Gör, Anla, Ol!

02.02.2025
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

Her an tepkiselliği ile canlılığını sürdüren insan, bazen kendine bakma ve değerlendirme ihtiyacı duyar. Bazen bakar; ama görmez. Bazen bakmaktan korkarak görmezden gelse de kaçamaz ve kendini görmek zorunda kalır. Aklıselim ve dingin bir psikoloji de ise görmesini öteleyen iç dinamiklerine karşı koyar. Histen başlayarak düşünce ve duygularının, uyum ve uyumsuzluklarını değerlendirme süreci kolay olmaz.

İçsel çatışma çıkaran düşüncelerinin, davranışa dönüş sürecini değerlendirdiğinde; -“Ben neden bu davranışı yaptım?” sorusuna cevabını hemen veremez. Aslında iç dünyada bir yolculuğa çıkmıştır. İç dünyasının derin koridorlarında, ego karşılar ve kendini görmezden gelmesinin sebebidir. Haklı çıkaracak dinamiklerin hazır olduğunu görünce, içi ferahlar. Ego, etkin olmaya başlamıştır. -“Tabi canım, doğrusunu yaptım.” hissi uyansa da ferahlık uzun sürmez. Öte yanda başlayan homurdanmalar, tedirginliğe sebep olur.

Kişilik, toplumsal ve etik değerler ölçütüyle duruma el koymak istemektedir. Ferahlığın kaybolmasıyla sorgu başlar; ama davranışlar, refleks halinde yapılmışsa karakterin etkisiyle durum karmaşıklaşacaktır. Kişilik ve karakterin çatışması, sıkıntı yaratmaktadır aslında! Bireyin iç dünyasını kimsenin görmemesi şanstır. Nasıl olsa kimse farkında değildir; ama yüzdeki mimikler ele verir. Çatışmalar yüze yansımaktadır. Davranış dürtülerinin, benlik merkezli olduğu düşünüldüğünde; ansızın bilince gelen hisler, tüm ortamı etkisine aldığından duygudan davranışa giden sürecin, engellenemediği ortaya çıkar.

Karakterin baskınlığı kişiliği etkisizleştirse de kişilik, toplumsal değerlerin gücünü kullanmaktadır. Karşı koymak zorlaşmıştır. Kişiliğin değerlendirmeleri, bireyin kendi özü olan karakterin değerlendirmeleriyle zıtlaşıksa; durum iyi değildir. Kişiliğin yumuşak tavrı, karakterde olmaz. Egonun etkinliği, kişiliği yumuşatmıştır; ama karaktere gücü yetmediğinden sıkıntı büyür. Davranış, -“Öyle olması gerekiyordu.” dan, -“Neden öyle oldu?” ya döndüğünde içte ortaya çıkan yangın, insan beynini dağlamaya başlar. -“Bana yakıştı mı?” sorusuna cevap aranır. Nedenler, bahaneler, savunmalar ve farkındalıklar çatışmaktadır. Sonuçta akıl ve zekânın tetiklemesi ile diğer dinamikler ortaya çıkar ve insan, dört bir taraftan sarıldığını hisseder. Özgür değildir. -“Özgür mü olmalı?” sorusunun cevabını, verebiliyor muyuz? Hayır. Özgür olsak bir türlü, olmasak bir türlü! Neye göre, kime göre, hangi ortama göre, hangi değere göre? sorularının cevabı, havada kalmaya devam edecektir.

Kolektif kültür, insani değerleri öne alsa da insanın iç dinamikleri birbirleriyle çatışır durumda olduğunda; davranışların özgür olamayacağı sonucu çıkacaktır. Asıl mesele; “İnsan ilişikleri, etik ve insani değerlere uygun mu olmalı?” sorusunun cevabındadır. İlişkilerde çokça rastlanan davranış çeşitliliğinin, her davranışın dürtü karmaşıklığı göz önüne alınsa da asıl nedeni belirlenemez. Toplumda yaşamak zorunda olan birey kişilik, karakter ve benliğini çatıştırmadan; “iyi insan” olabilmeyi hedefleyerek davranmayı başarmalıdır.

Etik değerlerden yoksun bir toplumda, “iyi insan” olunabilecek midir? Etik değerlerin toplumun her kademesindeki insan ilişkilerinde olması gerektiği beklentisi öne alınmadıkça, toplum hayatındaki kopukluk ve zıtlaşma bitmeyecektir. Kolektif kültür ögelerinde etik değerlerin tetiklemediği her davranış, bir arada yaşama kültürüne olumlu yönde katkı sunmayacaktır. Etik değerlerin gözetilmediği sosyal yaşamda, saygılı ve olduğu gibi kabul görülme değerinden söz edilemeyecektir. Bu durum topumun her bireyi tarafından benimsenmelidir. Değer görmek ve olduğu gibi kabul edilmek, her bireyin öncelikli hakkıdır. Kolektif kültürün ana dinamiklerinde eksik olduğunda, toplumun geleceğini belirsizleştirerek kopuk ve çıkara dayalı ilişkileri çoğaltacaktır. Sosyolojik ve yönetimsel dinamiklerin insani değerlere uygunluğu olmadıkça; eğitim sisteminden beklenen “iyi insan” yetiştirme amacı, düşünceye ve insana saygıyı sağlamayacaktır. Gerçekleşmeyen beklentiler, bireyin özgür düşüncesiyle kabul görmesine engeldir. Bireylerin, dayatılan kabullenmelerin etkisi ile sindirilmiş toplum haline geleceği unutulmamalıdır. Böylelikle, insanın kendi düşüncesi ve aklıyla sorgulayarak ulaşabileceği “kabul”leri de olmayacaktır.

Her insanın anlaşılmak istemesinin asıl özü; “kabul”lerinin, ne kadar kabul edildiğidir. Bu beklentinin bireyin en önemli kazanımı olduğu bilinciyle, kendini görme becerisi gelişebilecektir. Bu beceriye ulaşıldığından; kendini anlama ve değerlendirme becerisine de ulaştıracaktır.

Çevreye baktığımızda kendini gören, anlayan ve amaçladıkları farkındalıkta olan bireylerin bilinç düzeylerinin; sorgulama sonucunda mı, sorgulama gereği duyulmadan dayatılan kabullenmeler ile mi olduğunu göz önüne alıyor muyuz? Nedense kabullenmelerin, bir başka değer ve düşüncenin eseri olduğu, hiç düşünülmez; oysaki her insan, kendi bilinç düzeyi, aklı, zekâsı ve farkındalıklarıyla değerlendirip “kabul”e ulaşınca, kendinin değerini anlayabilecek ve en önemlisi, istediği farkındalıkta “ol”acaktır. Kabullenmelere teslim edilen hayatın, kabullenilenlerin güdümünde olduğu düşünülmedikçe; insan değerinin, bir başka düşünceye hapsolduğu da akla gelmez. Kabullerinin değerini bilmeyen insan, kabullenmelerin karşı konulmaz kolaylığı ve cazibesine kapıldığını düşünemez; çünkü düşünce üretmesine, anlamasına ve çözümlemesine gerek yoktur! Ne de olsa kabullendiğinde her şey hazır olarak sunulmaktadır!

Toplumun kültür değerlerinde düşünmeyi, çözümlemeyi, farkındalığı ve sorgulama ihtiyacı duymayı yeğleyen yaşam dinamikleri olmadığında; kendi dışındakı düşüncelerden güdülendiğini algılayamayacaktır. İstediği gibi değil, istenildiği gibi yaşadığını fark edemeyecektir. Kabullenmelerden oluşan kolektif kültür değerleri, bireyin kendini görme, anlama ve istediği bilinç düzeyinde olma becerisini sağlayamaz. Birey, düşünce üreterek ve sorgulayarak aklını kullanabildiğinde; kendini görme, anlama ve istediği farkındalıkta olma başarısını gösterebilecektir!

Kendi kimliğinin farkındalığı ile nasıl bir tavır koyacağı bilincine ulaşamayan birey, kendini anlamayı nasıl başaracaktır? Kendi değerinin farkında olmayan birinden, başka insanların değerini bilmesi beklenebilir mi?

Bireyin kendini görme becerisi, kendini anlamasının kapısını açar. Anladığında da nasıl bir davranış veya tavır geliştireceğini belirleyebilir. Sonuçta; “Ol”an şey, bilinç seviyesinin tezahürüyle olmuştur ve insani değerlerle eşleşerek bireyi, yüceltir. Hem kendini hem de başka bir insanı olduğu gibi kabul edebilme başarısının asıl özünü oluşturan bu yücelik, bireyin insani ve etik değerlerle donatıldığının ispatıdır. Birey, kendini görmüş, anlamış ve istediği farkındalıkta olmuştur.

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.