Mutlu olmak mı, Haklı Olmak mı?
Kiminle konuşursanız konuşun, dikkat ettiniz mi? Onaylanma isteğini, herkeste görürsünüz. Onaylanmanın kökünde “haklı olma” isteği vardır, kaynaklarda; “İnsanın ruhsal durumunda saklı, kendine ait olan” olarak geçmektedir. Kişinin yansıttığı, ileri sürdüğü düşünce ve söylemlerinin içeriği ne olursa olsun, onaylandığında; içinde oluşan mutluluğun yüzüne yansıyışını görürsünüz. Söylemin doğal veya sanal olması, onaylanma isteğini azaltmaz; ama karşıt tavrın ortaya çıkması, iletişimi doğrudan etkileyecektir. Yansıttığı tavır ve söylemlerinin, sanal veya gerçek olmasına bakmadan halâ haklı olma isteğini görünce, şaşırırsınız.
Her insanda -hakkı olsun veya olmasın- “haklılık” onayı beklentisi vardır ve iletişimin olmazsa olmazıdır; ama her söylem ve davranışta görülen ille de “haklılık” kompleksi, kimseyi memnun etmez ve iletişimi olumsuz yönde etkiler. Kompleksin etkisiyle çevresini umursamazlığı, zıtlaşmış düşünceleri tetiklediği için onaylanma beklentisi karşılanmaz. Elbette yaşamsal donanımlarını tamamlamış, yaşama kafa tutarak hayatını güzelleştiren yaşam dinamiklerini kendi gücü ile elde etmiş, kendinden emin, kimliksel süreci tamamlamış, kendi ile barışık ve etik değerlere sahip bir insanın onaylanma beklentisi olabilir; ama ille de “haklı olmalıyım” kompleksi olmaz.
“Hak” kavramı, “içte saklanan ve özel olan şeye hâkim olma durumu” olduğundan benimsenen duygu şiddetlidir. Onaylanma dayatmasına karşıt düşüncelerin gelişmesi, hakaret kabul edilerek onaylanma kompleksine döner. Elbette her insanın haklı görülme isteği doğaldır; ama haklılığın güç olarak görülmeye başlanması, insan davranışlarının baskıya dönüşmesine neden olacaktır. Ortaya çıkan enerjinin öne çıkma, değerli olma ve fark edilme gibi beklentilerinin de asıl özünü oluşturması kaçınılmaz hale gelecektir. Tavır, davranış ve söylemlerinde gerçekten kabul görmüş ve bilimsel verilerle donatılmış, genel olarak onaylanma yeterliliğine sahip olanlar; haklı olmanın gücünü hissederler. Buna karşın gerekli kabul ve onaya sahip olmayanlara haklı olmadıklarını ima bile ettiğinizde, gösterilen tepkinin şiddeti ürkütür sizi. Kendilerinde bir sorun olduğunu fark etmezler, kabul de etmezler. Üstelik kabul görme yönünde herhangi bir çaba da göstermezler.
Haklılığı bu kadar cazip kılan şey, her insanın kendini değerli ve güçlü görme isteğidir; çünkü haklılık, her toplumda güç olarak kabul edilir. Haklılığın onaylanması karşı tarafın üstünde bir güç olarak görülmeye başlanınca, ilişkinin seyrinin de değiştiği fark edilmez. İletişimin tarzı veya şiddetinin -hep doğru söylediği ve haklı olacağı zannıyla- amacı engellediği düşünülmez. Ortaya çıkan karşıt düşüncelerin etkisiyle oluşan zıtlık, haklılık kompleksinin biraz daha şiddetlenmesine sebep olur. Karşıtlık, kendinin yok edilmesi gibi anlaşıldığından, sanal haklılığın sahiplenilmesi artar. Bu sanallık, kendini koruma kompleksine döndüğünde; itibar ve saygı görme beklentisi azalır, iş çığırından çıkar. Haklılık, refleks davranışların önünde koşuşturan yol açıcı bir göreve bürünerek, ilişkileri bitirme noktasına bile getirir!
Haklılığını -komplekse döndürmeden- mantık ve bilinç değerleriyle ifade ederek mutlu olmayı, yaşamın en önemli dinamiği haline getirmek gerekecektir. Haklı olma isteğini, komplekse döndürdüğünü fark edemeyen bir insan, mutluluktan da uzaklaştığını fark edemeyecektir. Mutlu olmak mı, haklı olmak mı ikilemini savaştırarak, bu iki önemli yaşam dinamiği barıştırılamaz. Bazen, haklı olmanın mutluluk getirmediği fark edilemediğinde; yaşamdan elde edilmesi beklenen hayat donanımları da elde edilemeyecektir. Franz Kafka; “Bugüne dek hiçbir haklı oluşumdan mutlu olmadım; çünkü her haklı oluşumun özünde kekremsi bir hüzün vardı. Haklı olduğum konuda haklı olmayıp, mutlu olmak isterdim.” görüşü manidardır. Davranış dinamiklerinin haklılığa endeksli hale getirildiği fark edilmedikçe, peşinde koşulan bir saplantı haline gelmesi engellenemeyecektir. Haklı olmak değil, mutlu olmayı vazgeçilmez yaşam dinamiği saymadıkça da mutluluk ve haklılığın birlikteliği sağlanamayacaktır.
İlişkilerini “haklı olma” baskısı altında sürdüren insan, bu baskının hayatını güzelleştireceği hissine kapılınca takıntının boyutu derinleşecektir. Daha çok ikili ve çoklu ilişkilerde ortaya çıkan bu durum, insanı gerçekliğini saklar duruma getirecektir; oysaki öte yanda -asıl önemli olan- “mutluluk” öylece sahiplenmeyi beklemektedir. Asıl amacın mutluluk olması gerekirken, hayat rakamlarının öylece artıp gittiği sanal bir düzlemde olunduğunun farkına varılamayacaktır. Kaynaklarda; “Mutluluk, kişisel tatmin, sevinç ve memnuniyet, iç huzur ve yaşamdan keyif alma halidir. Haklılık ise doğru, adil veya gerçekçi olduğunu düşünme durumudur.” denmesi iki yaşam dinamiğinin bir arada hissedilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Mutlu olmak için çaba göstermesi gerekirken, her toplumda “ille de haklı olmam lazım” gibi yetersizlik itirafı anlamına gelen saplantılarla bezenmiş insanların sosyal dokuda çok olması, gerçekleşmesi beklenen “diyalog” şartlarını ağırlaştırarak ilişkileri sanal hale getirecektir. İnsanların bu takıntıya kapılmasının asıl nedeni; bazen yetersizlik kompleksi, bazen de tatmin olmayan duyguların tetiklenmesidir.
Gerek mistik, gerekse psikolojik açıdan hayatın anlamına yönelik düşüncelerin irdelenmesi ile ortaya çıkan yargı biçimi dikkate alındığında, “haklı ve mutlu olma” bilinçleri barıştırılarak takıntıdan uzaklaşılması gerekecektir. Haklı ve mutlu olmanın derin hazzına ulaşılamaması, sosyal barışı zedeleyerek kopuk ve sanal ilişkileri körükleyecektir. Bir arada yaşama kültürünün olmazsa olmaz kuralı olan saygı, bütünleşme ve toplumsal aidiyet dinamikleri etkisini kaybedecektir.
Düşünce katmanını haklı olmak mı, mutlu olmak mı soruları işgal etmeye başladığında; beklenmedik hislerin saldırıları önlenemez. Haklı olduğunda mutlu olacağı arzusunun takıntı olması önlenemediğinde ise değersizlik hissiyle karşılaşabileceği hesap edilmelidir. Tercih sıralamasında “mutlu olmak” sosyal öğretide her zaman önde gibi dursa da his ile ifade edileceği göz önüne alındığında, haklı olma hazzının mutluluğa etkisi büyüktür. Haklılığın kanıtlaması için diğer insanlara baskı uygulanmasının, mutluluğu etkileyebileceği ve ilişkileri bozabileceği unutulmamalıdır. Her durumda haklı olmak değil, sağlıklı ve mutlu bir şekilde iletişim ve ilişki kurmanın hazzını hissetmek önemlidir.
Yaşamın insana sunduğu hayat süresi içinde hissedilebilecek olan mutluluktan başka bir amaç olduğunda; yaşamanın hazzı hissedilemeyecektir. İnsanın kendine karşı en büyük sorumluluklarından olan mutlu olma arzusu, etik değerlerle süslendiğinde, haklı olma hissinin de artı değeri hissedilebilecektir. Mutluluk, haklılığın ütopyası değil yan yana birbirini besleyen iki ana yaşamsal dinamiktir. Elbette haklılık onaylanınca egonun desteği ile daha kolay mutlu hissedilecektir. Baskı unsuru olmadan, kompleksin karanlığına sürüklenmeden, altı doldurulan söylem ve davranışlarla ifade edilebilen haklılık, mutlulukla çatışan değil, birbirini destekleyen konumda olacaktır. Haklı olmak mı, mutlu olmak mı ikilemine düşmeden her ikisinin barışıklığı, hayatın güzelliklerini hissettirecektir.